Brown Üniversitesi'ndeki Türk Kültür Topluluğu ve Ermeni Öğrencileri Topluluğu ortak bir konser düzenliyor: bakın burada.
İkili iletişime adanmış ve de Hrant Dink'in anısına. Osmanlı döneminde Ermeni besteciler konulu; onların eserlerinin çalınacağı bir konser. Hımmm, bir de ardından Ermeni-Türk yiyecek ikramları var;)
Böyle şeyler görmek çok mutlu ediyor beni; umutlandırıyor! İlk yolluk yazısı biraz kıyak barındırıyor ama olsun varsın; böylece umutlu bir başlangıç oldu!
29 Mart 2007 Perşembe
etkinlik - uzaklarda da olsa güzel
27 Mart 2007 Salı
garden state
Birkac hafta once izledik bunu da. Cok iyi gelmisti. Bir daha izlerim; izlerim de izlerim.
Basta "ho noluyo; bu nasi bi film boyle" diyo insan (insan->ben; her zamanki gibi). Hatta imdb'den yuksek not almis diye secmistik bu filmi ama ozellikle Natalie Portman'in varligina guvenerek. Ama film siradisi ama bir yandan da super siradan, 8. sinif Amerikan filmi edasiyla (cunku aslinda siradan issiz gucsuz Amerikali genclerin hayatini gostererek) basliyor. O yuzden Natalie Portman cikana kadar icimizi bir suphe kapladi; "aceba nasi bi film cikacak yahu; ilginc ama tuhaf ve de tuhaf ama ilginc gorunuyor" diyerekten. Zaten Natalie de geldi bir sure sonra ve filmin orta yerine oturdu.
Filmin diger basrol oyuncusu Zach Braff, ayni zamanda filmin senaristi ve yonetmeni. Yetenekli bi insan kendisi. Bilmiyorum herbiseyini kendi yaptigi boyle guzel bir baska film daha cikarabilir mi ama bu gayet guzel olmus. Asmis diye tanimlayabiliyor insan filmi sonunda.
Filmdeki olaylar, hayat tarzi, ne yapacagini bilmeyen, cesitli travmalar atlatmis ama dunyayla kopuk, aslinda ruhsuz hayatlar suren insanlara ait. Ama sonra, birseyler oluyor; ask giriyor devreye. Hic de oyle romantik komedilerdeki gibi degil; ama yine de ask ve yine de romantik; oldugu gibi, gencecik insanlarin yeniyetmeligi, cekincesiyle.
Zaten iste hayatla ilgili ve askla, birliktelikle, yol arkadasligiyla ilgili kilit seyler soyluyor film. Cozmus olayi. Hem de guzel cozmus. Butun kafa karisikligina ragmen yalin ve ferah bir havasi var.
dedi Aybüke,
saat o sıralar
00:16
civarı idi.
0
yorum
Etiketler: bir film ve düşündürdükleri
26 Mart 2007 Pazartesi
the last king of scotland
Yeni izledim, hatta iki kez; once sinemada, sonra evde. Hemen soyleyeyim; iyi film.
1970lerde Uganda'da darbeyle yonetime gecen diktator Idi Amin donemini anlatiyor. Iskocya'yla olan ilgisi de Idi Amin'in kisisel doktoru olan Iskoc bir cocuktan (cocuk dediysem genc adam iste canim) ve Idi Amin'in Iskocya sevgisinden kaynaklaniyor. Tabii bu sevgide Amin'in Britanya ordusunda gorev yaparken iyi asker, iyi insan Iskoclarla beraber carpismis olmasinin payi var. Belki de onu bulundugu konuma getiren Ingilizlerden cok, bagimsiz bir ulus olmayan Iskoclara sempati duymasi bir cesit empatiden kaynaklaniyor. Uganda'nin bagimsizligini kazanmasi 1960lar; Idi Amin'in basa gecmesinden 9 yil once.
Amin, yonetimde bulundugu 8 yil boyunca kendisine ve yonetimine muhalefet ettikleri gerekcesiyle 300.000 (yaziyla ucyuzbin) insan oldurtmus bir adam.
Filmin baslarinda guzel, renkli bir Uganda var; butun fakirligine, hastaliklara ve egitimsizligine ragmen. Zaten filmde surekli oldurulen insanlar gosterilmiyor, onun yerine olan biten daha cok "beyaz" genc adamin gozunden aktariliyor. Dolayisiyla Ugandayi kolonilestiren ve Idi Amin'i basa getiren (sonra da indirmeye calisan) Ingiltere ve diger "beyaz"larin tum rezil bakis acilari var filmde. Zaten bence filmi etkileyici kilan hem Uganda'nin halini, hem onlarin hem de onlardan olmayanlarin bakis acilarini yansitabilmesi. Ozellikle de batinin Afrikalilara yaklasimi; hem kisisel hem de devletler duzeyinde. Ama bunlar filmde inceden islenen unsurlar; oyle gozunuze gozunuze sokularak degil yani. Dolayisiyla "ben politigim", "ben sanat filmiyim", "ben Holywood filmiyim" diye bagirmiyor ama hepsi de filmde var.
Ben filmin sonunda kendimi o Iskoc adam gibi hissettim ve cok buyuk bir huzursuzluk duydum bundan. Ozellikle sonlardaki diyaloglar olan biteni cok iyi anlatiyor.
Butun bunlar bana sunu hatirlatiyor bir kez daha: Afrika gozden cikarilmis bir kita. Bati oradaki dogal kaynaklardan baska birseyle ilgilenmiyor. Bir de tabii orayi silah pazari olarak kullanmak ve de ekilebilir alanlarini kendi istegine gore degerlendirmek disinda. Ve bu yaklasim hala ve azimle suruyor. Ve sadece oradaki degil diger bircok yerdeki ulkeye uygulaniyor. Kucuk olcekli; bireysel kucumsemelerin, hak ihlallerinin, somurulerin, sorumsuzluklarin, umursamazliklarin buyuk olcekteki hali bu. Hersey herseye baglaniyor goruldugu gibi. Dikkatli olmak gerek.
dedi Aybüke,
saat o sıralar
17:00
civarı idi.
0
yorum
Etiketler: bir film ve düşündürdükleri
14 Şubat 2007 Çarşamba
bir film/mutlak kararlar
Dun aksam The Life of David Gale adli filmi izledik. Idam cezasiyla ilgili bir film. ABD'nin Teksas (Texas) eyaletinde geciyor; gercekte de yasalarinda idam cezasinin var oldugu ve uygulandigi bir eyalet. Ulkenin baskaninin ve petrol zenginlerinin memleketi. Filmdeki tanima gore "Incil kusagi"nda oldugunuzu kiliselerin ve hapisanelerin sayisinin, ABD'nin unlu kahveevi zinciri Starbucks'lardan fazla olmasindan anlayabileceginiz bir yer.
Basrollerde Kevin Spacey ve Kate Winslet var. Ikisini de begeniyorum; hem oyunculuklarini hem de oynamayi sectikleri filmleri. Kevin amca idam cezasina karsi ve ayni zamanda bunu protestolar, bildiriler, soylesilerle ifade eden bir grubun uyesi ve universitede ders veren bir felsefe profesoru. Gerci film o hapisanedeyken ve idam edilmesine sanirim bes gun varken basliyor. Kevin amca uc ayri mahkeme tarafindan idam karsiti gruptan yakin arkadasi bir kadina tecavuz etmek ve oldurmekten suclu bulunmus. Kate abla (yoksa ayni yasta miyiz ya -hoh neyse birkac yas varmis aramizda) da Kevin amcayla idamdan onceki uc gun ikiser saatlik roportajlar yapmakla gorevli gazeteci. Kevin amca Kate'e hayatini; onu buraya getiren yolu anlatiyor. Filmin basindan itibaren Kevin amcanin masum olabilecegi suphesi geziyor ortalikta. Ama mahkemece suclu bulunmus olanlarin suclu veya masum olduklarina bakmaksizin idam cezasinin ne kotu-kati-aci birsey oldugunu soyluyor bu karsit grup. Yine de tabii bunu anlatmanin en etkili yolunun masum birinin idam edilmesi gercegini ortaya sermekten gecitigini bilerek.
+Dikkat; bundan sonrasi bir miktar spoiler etkisi yapabilir+
Filmin ozu, sevgilim kocamin filmden sonra soyledigi gibi*: "Adalet sistemi yanilabilir. Yanilabilen bir sistemle mutlak kararlar vermemek gerekir."
* Sozcuklerini birebir hatirlamiyorum; kendisi daha guzel ifade etmis olabilir.
** Alt bilgi: Ben bu filmi izlemeden once idam cezasina karsiydim (hala da oyleyim). Ama filmin sonlarinda filmin ne anlatmak istedigi konusunda bir afallama yasadim. Ozellikle Texas valisinin ettigi bir soz vardi; once salaksin dedigim ama filmin son sahnesiyle birlikte anlatilmak isteneni bulandiriyormus gibi duran. Ama sonra dusununce oyle olmadigina karar verdim. Insanlarin kendi kararlarina saygi duyarsak, sectikleri yontem aci ve sasirtici (ve hatta ilk anda psikopatca gelebilen) bir yontem olsa da ortada Texas yasalarinca bile idam edilmeyi gerektirecek bir suc yok. Dolayisyla donup dolasip sevgilim kocamin ettigi soze geliyor film. Ve tabii daha fazlasi da var; filmin anlattiklarini idam cezasina sIkIstIrmamak gerek.
21 Ocak 2007 Pazar
20 Ocak 2007 Cumartesi
buyuk buyuk
Dunya duzeni ne ara kim tarafindan kurulmus birseydir mirim soyler misiniz bana? Ulkelerin cikarlari - daha dogrusu bireyler icin ulkelerinin cikarlari - diye birsey varoldugu surece bu dunya boyle - savaslarla, oldurmelerle, kavgalarla, fakirlikle, haksizliklarla- kavrulup gidecek kendi yaginda. Ulkelerin cikarlarindan once, bireyler kendi cikarlarinin ucunun nereye dayandigini bilmedikleri, kestiremedikleri surece, baskalariyle birarada yasamayi bilmedikleri, ogrenmedikleri surece bu dunya boyle - mutsuzlukla, aciyla, kavgayla, kanla- kavrulup gidecek bizleri de alip icine.
Her birimiz olan biteni degistirme gucune sahibiz. Ancak - bunun basarili olmasi, kalici ve surekli olmasi icin iki sey gerekiyor: birini sevmek ve "oteki"nin varligini istemek. Her kisi icin uygulanabilir iki sey. Ve her kisi uyguladigi surece dunyayi daha guzele dogru degistirecek iki sey.
Tek korkum genetik. "Kotu"luk denilen seyin genetik olmasi korkutuyor beni. Ama yine de otokontrolu olan, dengesi herkesi yaklasik ayni oranda mutlu eden bir isleyiste kotuluklerin de buyuk olcude kontrol altina alinabilecegine, kotuye meyillerin isleyise ayak uydurabilecegine, saklandiklari yerlerden hic cikmayacaklarina inaniyorum. "O yapiyor ben neden yapmayayim" dusuncesinin "iyi" - yani herkesi yaklasik ayni oranda mutlu eden, herkese ayni sansi taniyan: demokratik bir isleyis- bir yonde de, iyiye yonelmek icin de varolabilecegini dusunuyorum.
Kisa ve uzun vadede hem bireyin kendisi hem de herkes icin olabilecek en iyi duzenin demokrasi oldugunu dusunuyorum ben. Isterse dunya melegi, adalet timsali biri ciksin gelsin, adam etsin butun ulkeleri; insanlar demokrasinin farkina varmadikca o duzen surup gitmez, o biri olunce simdiki halini gelir bulur.
Saygi duymali insan kendinden baska varliklara da. Ve birini sevmeli; ister yar, ister anne baba, ister kardes, ister dost olsun sevdigi. Birini seven birey bir baskasi tarafindan sevilen birine kiyamaz gibi geliyor bana; cunku sevdigini kaybetmenin acisi ne menem birseydir anlar, hissedebilir:
"Iki kisi, duruyorlar orta yerde: bir metro duragi, durakta yalnizlar. Birinin elinde silah digerine dogrultmus tutuyor, silahi dogrulttugu kisinin yuzu yan donuk ona bakmiyor. Yo, biri daha var; yalniz degiller. Basina silah dogrultumus olanin arkasinda, biraz uzaginda duruyor. Gozleri kipirtili - hani su Japon cizgi filmlerinde aglayan karakterlerinki gibi. Ben diyor, silahi tutana, onu seviyorum. Ben, diyor, sana hicbir sey yapmadim, ama sen simdi benim sevdigimi vurursan bana en buyuk kotulugu yapacaksin. Ocunu, sana yaptiginin bedelini, ofkeni, hakkin oldugunu dusundugunu ondan degil benden almis olacaksin. Ben, onu seviyorum."
Ulkelerden bahsetmiyorum ben; insanlardan bahsediyorum. Birini sevmek ve kendinden baska varliklara saygi duymak; onlarin varligini, onlarin da kendi gibi haklara, kosullara sahip olabilme sansini-ozgurlugunu (Ayni haklara ve kosullara sahip olarak baslarsin yola, sonra herkes kendi yeteneklerine gore kosullarini gelistirir. Adalet herkesin bu haklari ve kosullari birbirine saygiyla, digerininkini yok etmeden kullanmasi icin calisir.) istemekten bahsediyorum.
Ulke politikasindan sozetmiyorum; birey politikasindan soz ediyorum. Buyuk buyuk laflarmis gibi duruyor bunlar ama degil; kucuk, sadece kisilerin kendi icin laflar; senin, benim icin laflar.
14 Ekim 2006 Cumartesi
odul
Evet ben de yazmayacaktim bu konuda cunku hem Orhan Pamuk okumadim hic, hem de zaten dusunduklerimin pek cogu yanda sayfalarina baglanti verdigim kisilerce yazildi, b a k i n. Hepsinin yazisinda ve gelen yorumlarda baska noktalar gordum ben, her noktasina katilmadim ama katildigim, baska yerlerden ele aldigini dusundugum acilar gordum. O yuzden simdi dogrudan olayin kendisiyle ilgili yazmak yerine sosyal psiokolojik atip tutmalara girecegim; sosyal psikolog olmadigima gore tamamiyle nacizane kisisel.
Cinsiyet ayrimlarindan genel olarak hoslanmam, erkekler soyle, kadinlar boyle turu genellemeleri sevmem ben. Yine de iste bazi noktalarda carpici olabiliyor kadin erkek arasindaki fark; cocugu olusturma isi ikisel bir eylem de olsa doguran kadin mesela. Ay ne uzun bir konuya giris oldu ya. Ozetle sunu gordum ben, Orhan Pamuk'un bu odulu almasina sevinenler genel olarak kadinlar. Biraz safca yaklasiyormusuz gibi geldi bana, hani klasik deyimiyle "anac" bir kucaklayisla, hemen herseyi unutma, yok sayma meylinde bir sevincle. Cunku kadinlardan cikan kotuler her ne kadar kallavi olabiliyorsa da erkeklere nazaran sayica daha azlar bence. Belki bizler en cok cocuklarimizi korumaya calisirken canavarlik kapasitesine sahipken** erkekler daha buyuk olcekli; cekirdek aile, sulale, kavim vs. boyutunda bir mucadele yuruttukleri icin genel olarak daha sert, daha unutmayan olabiliyorlar. Bunlarin hepsinin, kisi, duzey ve konu baglaminda istisnalari oldugunun farkindayim. Yine de iste boyle davranislar tek tarafli oluyor cogu zaman ve sorun da buradan cikiyor. Biz safca, kardeslik, beraberlik, esitlik duygulariyla yaklasirken karsimizdaki bunu yapiyor olmuyor cogu zaman. Kisisel duzeyde herkes kendi tercihi dogrulutusunda hareket ederken bu genelde sadece onlari etkiliyor. Ama olay kisisel duzeyi asinca etkileri de asiyor haliyle.
O yuzden ben Orhan Pamuk konusunda oyle guzellikle dusunemiyorum, ele alamiyorum olayi. Bir de insanlarin en cok rahatsiz olduklari nokta olan bu yazarin soylemlerindeki reklamsallik ve omurgasizliga ben de katiliyorum iste. Onun karsi durusu sanki salt bu is icindi - ve evet o roportajdaki cumleleri ettiginde soylenmisti bunu Nobel icin yaptigi - demek dogruymusa vardi olay. Size bir gazeteci bu adamin demecindeki konularla ilgili bir soru sorsa nasil bir yanit verirsiniz dusunmek gerek - dusunce ozgurlugu oldugunu varsayarak soruyorum bunu - soylediklerinizden oturu yargilanmayacaksiniz devlet tarafindan. Yine de insan bu konularda konusabilmek icin ne kadar yetkin oldugunu bir dusunur gibi geliyor bana, ne kadar saglam bilgi temellerine dayandirabildigini soylediklerini ve bu baglamda ne kadar kesin konusmasinin dogru olacagini. Ustelik onun konumunda bir yazarin boyle birseyin nasil algilanacaginin farkinda olduguna da eminim ben. Dili kullanmaktan bahsediyoruz ya burada, adam da yazar, ustelik simdi Nobel odullu bir yazar.
Burada iki yabanci hatun gelip tebrik etti beni, a odul Turk yazara gitmis mahiyetinde, bu kisiler politika ile fazla ilgili olmadiklarindan bu kisim yumusak oldu. Ben asil babasi bir zamanlar nazilerle calismis bir alman amca var bizim burada (soyledigine gore tabii kendisi karsi cikiyormus gencken babasina), tipik memur zihniyetli ama disiplinli bir insan, onun muhabbetini bekliyorum. Sanirim muhabbet genel olarak yurtdisindaki gazetelerin haberi duyurdugu cercevede yani gayet politik zeminde doner.
** Filmlerden orneklersek: Kadinlarin anacligi deyince Kill Bill 2'de B'nin hamile oldugnu ogrenmesinin ardindan diger kadin katille olan sahne geldi aklima. Canavarlasma deyince de The Manchurian Candidate'de Meryl Streep'in oynadigi karakter geldi mesela. Tabii gercek hayatta nitelik ve sayi olarak bunlarin katiyla yogunlukta olay yasaniyor.
dedi Aybüke,
saat o sıralar
11:53
civarı idi.
0
yorum
Etiketler: bir film ve düşündürdükleri, dünyada